İçişleri Bakanlığı’nca yayımlanan genelgeyle 65 yaş ve üstü ayrıca kronik rahatsızlığı olan yurttaşların ikametlerinden dışarı çıkmaları, park, bahçe gibi açık alanlarda dolaşmaları sınırlandırıldı. Türkiye’de, “yaşlı nüfus” olarak kabul edilen 65 ve üzeri yaştaki nüfus, 2019 yılında 7 milyon 550 bin 727 kişi olarak kaydedildi. Yaşlı nüfus yaş grubuna göre incelendiğinde ise 2019 yılında yüzde 62,8’inin 65-74 yaş grubunda, yüzde 28,2’sinin 75-84 yaş grubunda ve yüzde 9,1’inin 85 ve daha yukarı yaş grubunda yer aldığı görüldü. Gelir ve yaşam koşulları araştırması sonuçlarına göre; yaşlıların yoksulluk oranı 2018 yılında yüzde 16,4 oldu. Hanehalkı işgücü araştırması sonuçlarına göre, işgücüne katılma oranı yaşlı nüfus için 2014 yılında yüzde 11,5 iken 2018 yılında yüzde 12,5 oldu.
Sokağa çıkma yasağının ardından 65 yaş üstü birçok yurttaşın videosu sosyal medyada ve haber bültenlerinde karşımıza çıkıyor. 65 yaş üstü yurttaşlara getirilen sokağa çıkma yasağını, yasağın toplumdaki yansımasının nasıl olacağını Akdeniz Üniversitesi Gerontoloji Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Özgür Arun ile konuştuk. Doç. Dr. Özgür Arun, yaşlanmayı kronolojik yaşa bağlı olarak ortaya koyan uygulamaların yaş ayrımcılığına yol açacağını ve kuşaklar arası çatışmaya neden olacağını vurgulayarak, “Ayrımcılığın her türlüsü çok tehlikelidir. En sinsi olanlarından bir tanesi de yaş ayrımcılığıdır. Yaş ayrımcılığı, Türkiye’de şimdi ortaya çıkan bir şey değil. Türk toplumu ne yazık ki yaş ayrımcılığında iyi sınav veren bir toplum değil. ‘Türkiye toplumu yaşlıları sever, korur, saygılıdır’ gibi ifadeler aslında birer şehir efsanesi” dedi. Risk altındaki kişiyle yaşlı kişinin birbirine karıştırıldığını, yaşlılık ve hastalık birbirinin eşdeğeri olmadığını belirten Doç. Dr. Arun, “Yoksullar arasında ölüm riski daha yüksektir. Ne yazık ki bu salgından da en çok etkilenecek grup, belki bu verileri ileride göreceğiz ama şimdiden konuşmak lazım, yoksul kesimlerdir. Bu sınıfsal meseleye mutlaka dikkat etmek lazım” diye konuştu.
“Yaşlanmayı kronolojik yaşa bağlı olarak ortaya koyan uygulamalar, yasaklamalar ve kısıtlamalar her zaman kuşaklar arası çatışmaya neden olurlar.”
65 yaşının üzerindeki yurttaşlara sokağa çıkma yasağı getirildi. Bu yasak 65 yaş üstü insanların yaşamını nasıl etkileyecek?
Özgür Arun: Türkiye’de 65 yaş üstü nüfusu güncel verilere göre Türkiye nüfusunun yüzde 9.2’sini oluşturuyor, yani yaklaşık 8 milyon kişiden söz ediyoruz. TÜİK, 65 yaşı yasal olarak yaşlanmanın sınırı kabul ediyor bu sınır Avrupa’daki birçok istatistik kurumu tarafından da kabul görüyor.
Geçtiğimiz günlerde açıklanan sokağa çıkma yasağı da 65 yaş üstü nüfusu içeriyor. Buradaki en önemli problem yaşlanmayı ve yaşlılığı kronolojik yaşa bağlamaları. Sokağa çıkma yasağı ile aslında yapılmak istenen şey risk grubundaki insanları karantina altında tutabilmek. Ben çıkan genelgeye bakınca bunu anlıyorum. Risk grubunda yer alan insanların sağlıkları korunmak isteniyor. Özellikle bu koronavirüse bağlı gerçekleşecek riskler ortadan kaldırılmak isteniyor. Ancak yaşlanmayı kronolojik yaşa bağlı olarak ortaya koyan uygulamalar, yasaklamalar ve kısıtlamalar her zaman kuşaklar arası çatışmaya neden olurlar. Biz aynı şey özellikle toplu taşıma hizmetinin ücretsiz yapılması sırasında da yaşadık. Toplu taşıma hizmetinin ücretsiz hale getirildiğinde ben uyarmıştım. Hizmeti daha erişilebilir kılmanın yolu onu belli bir yaş grubunun üzerindeki veya altındaki insanlara ücretsiz yapmak değildir. Kronolojik yaşa bağlı olarak ortaya koyulan sosyal uygulamalar gerçekleştirmek yerine, ulaşım örneğinden devam edersek, toplu ulaşım hizmetini her yurttaş için bir hak olarak kabul etmek ona göre uygulamalar düzenlemek gerekir. Sokağa çıkma yasağında da aynı hata yapılıyor. Ne yazık ki yaşlanmayı kronolojik yaşa bağlı olan bir sosyolojik gerçek olarak kabul edip bu yönde tedbirler alınıyor.
Buradaki ikinci problem, bütün yaşlıları, 65 yaşın üzerindeki bütün insanları düşkün, hasta, dezavantajlı konumda yer alan kişiler olarak kabul edilmesi. Dolayısıyla 65 yaş üstündeki insanları homojenleştiriyor. Aslında 65 yaşın üzerindeki insanlar tıpkı diğer yaş gruplarında olduğu gibi homojen bir grup değil, birbirine benzeyen insanlardan oluşmuyor. ‘Peki kırılgan olan kesimler kimler? Hasta, düşkün gibi özellikleri taşıyan insanlar kimler?’ sorusunu sorduğumuzda, 65 yaşın üzerindeki insanlara baktığımızda, TÜİK’in resmi rakamlarına göre tıbbi bir bakıma ihtiyaç duyduğunu söyleyen yaşlıların oranı yüzde 20. Peki engellilik, hastalık ve ölümler kimler arasında daha yaygın, hangi toplumsal kesimler arasında daha yaygın? Yoksullar arasında daha yaygın.
“Sadece kronolojik yaşa bağlı olarak atılacak adımlar ne yazık ki çare olmayacaktır”
Hem engelliliğin hem hastalıkların hem de ölümlerin yoksullar arasında daha yaygın olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla korumak istediğimiz yaş grubu tamamen düşkünlerden oluşan, tamamen hasta insanlardan oluşan bir yaş grubu değil. Ancak Türkiye’de iki önemli yaş grubunda yoksulluğun çok çarpıcı düzeyde olduğunu görüyoruz. Birisi çocuklar yüzde 25 oranında diğeri ise yaşlılar, orada ise oran yüzde 16. Özellikle bu iki yaş grubunda yoksulluk riski çok yüksek. Netice itibarıyla korumak istediğimiz kesimleri karantina altına almak istiyorsak yapılması gereken şey tüm toplumu kapsayıcı bir öngörüde bulunarak kapsayıcı uygulamaları hayata geçirmek gerekir. Sadece kronolojik yaşa bağlı olarak atılacak adımlar ne yazık ki çare olmayacaktır.
“Bu tür uygulamalar kuşaklar arası çatışmaya yol açar”
Yaşlıları korumak adı altında yapılan bu uygulama aslında ayrımcılığı körükleyecek diyebilir miyiz?
Evet, ama bu uyarıları geçmişte de yaptık. Benim gibi yaşlılık ve yaşlanma çalışan insanlar yaptı. Ne yazık ki, bir iki gün önce Birikim dergisinde yazı yazdım bu konuda “Gençler, yaşlılar ve özgürlükler” başlığıyla. Hemen arkasından bu yasak getirildi. Defalarca söylediğim şeyi tekrar etmek istiyorum, bu tür uygulamalar kuşaklar arası çatışmaya yol açar. Ne yazık ki yaş ayrımcılığı üreten bir uygulamadır.
“Türk toplumu ne yazık ki yaş ayrımcılığında iyi sınav veren bir toplum değil. “Türkiye toplumu yaşlıları sever, korur, saygılıdır” gibi ifadeler aslında birer şehir efsanesi”
Kuşaklar arası çatışma topluma ne yaşatır?
Öncelikle ayrımcılığın her türlüsü çok tehlikelidir. En sinsi olanlarından bir tanesi de yaş ayrımcılığıdır. Yaş ayrımcılığı, Türkiye’de şimdi ortaya çıkan bir şey değil. Türk toplumu ne yazık ki yaş ayrımcılığında iyi sınav veren bir toplum değil. ‘Türkiye toplumu yaşlıları sever, korur, saygılıdır’ gibi ifadeler aslında birer şehir efsanesi. Çok uzun yıllardır Türkiye’de yaş ayrımcılığı çok sinsi bir şekilde ilerliyor. Son zamanlarda yaşadıklarımız özellikle yaşlılara ilişkin nefreti daha da görünür kıldı. Benim endişem, bu ayrımcı tutumların davranışa dönüşmesi. Bundan çok endişe ediyorum. Nitekim bunun davranışa dönüştüğünü de görüyoruz. Ayrımcı tutumlar davranışa dönüştüğünde çatışma ortaya çıkar. Çatışma da bir toplumu derinden sarsan ve geri dönülmez bir biçimde yaralar açan çok ciddi bir risktir. Türkiye’de yaşayan insanların arasındaki toplumsal sözleşmeyi temelinden zedeleyen büyük bir risktir.
“Belli bir yaşın üstündeki insanların tamamını tecrit edici politikalar doğru değil”
Çalışmak zorunda olan 65 yaş üstü insanlar da var, onların daha büyük bir mağduriyeti var.
Hem çalışmak zorunda olan insanlar var, yoksul insanlar var hem de yaşlılar arasında topluma gönüllü olarak katkı sunan, sunmak isteyen insanlar var. Dolayısıyla biz 65 yaşın üstündeki insanları eve hapsedersek topluma katkı sunmayı hedef edinen veya çalışmak zorunda olan insanları mağdur etmiş oluruz. Yasağın çıktığı günün ertesi günü bir takım istisnalar belirlendi. İstisnalarda topluma gönüllü olarak bu dönemde katkı sunabilecek insanlar tanımlanıyor aslında. Emekli olmuş ama sağlık hizmetinde bulunanlar, hekimler, eczacılar vs. Bu tip kapsayıcı, belli bir yaşın üstündeki insanların tamamını tecrit edici politikalar doğru değil. Bunlar toplum sağlığı korumaya yönelik gibi görünse de öyle olmayacak. Çünkü biz bu koronavirüs örneğinden ilerlersek virüsü daha çok yayan kesimlere baktığımızda, örneğin Güney Kore, 20-24 yaş grubunda çok fazla virüsü yayan kişi olduğunu görüyoruz. Virüsü yayanların daha çok gençler olduğu söylenebilir ama bunu söylerken de dikkatli olmamız lazım. Bu da ayrımcılığın başka bir türünü doğurabilir. O nedenle yapılması gereken şey, kapsayıcı hizmetler, uygulamalar veya kapsayıcı sınırlamalar getirmektir.
Bu dönem genellemeler yapmak çok riskli dönemlerdir. Birçok şeyin tersine döndüğü bir dönemde yaşıyoruz. Düşünebiliyor musunuz, halk sokağa çıkma yasağı ilan edilsin istiyor devlet bunu yapmıyor. Türkiye tarihinde hep tersi olurdu. Darbelerden sonra, nüfus sayımlarında… O zaman da ilan edilen sokağa çıkma yasağına halkın belli bir kesimi karşı çıkardı şimdi benim gördüğüm kadarıyla birçok insan sokağa çıkma yasağı ilan edilsin istiyor. Bu dönemlerde bilim insanları ya da önde gelen insanlar çok büyük genellemeler yapmamalı. Belli yaş gruplarına ilişkin homojenleştirici tektipleştirici yorumlarda bulunmak çok tehlikelidir. Bunlar çatışmaya yol açabilir.
“Risk altındaki kişiyle yaşlı kişiyi birbirine karıştırıyoruz”

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, açıklamalarında koronavirüs nedeniyle hayatını kaybedenlerin “yaşlı” olduğunu vurguluyor.
Yaşlanma çok göreceli bir şey. Şu anda kabinede de, milletvekilleri arasında da 60 yaşın üzerinde birçok insan var. 60 yaşın üzerinde yöneticilik yapan insanlar kendileri sanki o yaşlarda değilmiş gibi konuşuyorlar. Yaşlı dedikleri kişiler, kendilerinin dışındaki hasta ve düşkün olan kişiler. Aslında hasta olan kişiyle, risk altındaki kişiyle yaşlı kişiyi birbirine karıştırıyoruz. Her yaşlı hasta değildir, kırılgan, dezavantajlı değildir. Yaşlılık ve hastalık birbirinin eşdeğeri değildir. Bu nedenle insanlar ‘yaşlı’ denildiğinde endişeye kapılıyor. Şu anda özellikle gençlerin yaşlılara dönük nefretinin altında yatan önemli nedenlerden bir tanesi yaşlanma korkusu. Bu korkuyu besleyen şey de bu yaşlı imgesi. Yaşlı denildiğinde medyada özellikle düşkün, bitkin ve hasta insanlar gösteriliyor. Dolasıyla bu yaşlanma korkusu pompalanıyor. Yaşlanırsanız hasta olacaksınız, düşkün olacaksınız, toplum dışında yer alacaksınız ve ölümüm bekleyeceksiniz gibi bir algı oluşturuluyor. Oysa böyle değil. Şu andaki yöneticilerimizin çoğu 60 yaşının üzerinde, politikacıların birçoğu 60 yaşın üzerinde.
“Yaşlılar hasta insanlar değillerdir, yaşlıların hepsi hasta değildir, hepsi düşkün değildir”
Yaşlı algısı, Türkiye’de çok problemli. Yaşlı dediğimiz kişi, meslek grubuna göre değişebilir, toplumdaki statüsüne göre değişebilir. Örneğin bir futbol spikeri bir futbolcu için ‘35 yaşına geldi artık çok yaşlandı’ diyebiliyor. Ya da Türkiye’de 18 yaşına gelmiş bir insan oy vermek için yeterince yaşlıdır. Yaşlanma dediğimiz şey çok görecelidir. Yıllar önce bir yüzücü ile tanışmıştım, Nejat Nakkaş bey, Marmaris’te bir yüzme yarışının açılışını yüzerek yapıyordu. Çok iyi bir yüzücüydü ve o sırada 93 yaşındaydı. Onun için yaşlı dediğimiz kişi ya da yaşlı kavramı çok bulanık. Kişiden kişiye, meslekten mesleğe ya da toplumdaki statüye göre çok değişken. Kültüre göre değişir, zamana göre değişir. Biz de o zamanlardan birini yaşıyoruz. 65 yaşın üzerindeki herkesi yaşlı olarak görüyoruz. Yaşlılığı da hastalıkla, yoksunlukla, düşkünlükle özdeşleştiriyoruz. Bunu üstüne basarak söylemek gerekiyor, yaşlılar hasta insanlar değillerdir, yaşlıların hepsi hasta değildir, hepsi düşkün değildir.
“Ne yazık ki bu salgından da en çok etkilenecek grup yoksul kesimlerdir”
Tekrar edeyim, yoksullar arasında ölüm riski daha yüksektir. Ne yazık ki bu salgından da en çok etkilenecek grup, belki bu verileri ileride göreceğiz ama şimdiden konuşmak lazım, yoksul kesimlerdir. Bu sınıfsal meseleye mutlaka dikkat etmek lazım. Kronik hastalar en ciddi risk grubu arasında yer alıyor. Yoksullar arasında kronik hastalıkların yaygın olduğu düşünülürse yoksul insanlar büyük risk altında bu dönemde.
Doç. Dr. Özgür Arun kimdir?
Özgür Arun, Anadolu’nun küçük bir köyünde 1977’de doğdu ve ODTÜ’de sosyoloji bölümündeki eğitimini 2001 yılında tamamladı. Mezuniyetinin ardından Almanya’nın Berlin şehrine taşındı ve 2002 boyunca araştırmalarına devam etti. Türkiye’ye geri döndükten sonra ODTÜ Sosyoloji bölümünde kadroya girdi ve yüksek lisans ile doktora derecelerini tamamladı.
Özgür Arun, şu anda Akdeniz Üniversitesi’nde Akdeniz Uygarlıkları Araştırma Enstitüsü’nde Müdür Yardımcısı olarak görev almakta ve Gerontoloji Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalışmakta. Arun, yükseköğrenim, kırsal kalkınma, gelir ve refah, gençlik ve işsizlik, çocuk işgücü, engellilik gibi konularda araştırmalar gerçekleştirdi. Arun’un son çalışmaları yaşlanma, jenerasyonlar arası ilişkiler, kültür, sınıf ve zevk üzerine.
Arun, The Gerontologist’in yazı işleri kuruluna yer alıyor. Son olarak, Arun 2017 yılında Association for Gerontology in Higher Education (AGHE) tarafından “yükselen yıldız/başarılı kimse” ödülüne layık görüldü.